22 Ekim 2011 Cumartesi

AKKOYUNLULAR

Akkoyunlular Türk boylarından biri. İran ve Doğu Anadolu’da devlet kurmuşlardır. Akkoyunluların ne zaman ve hangi yolla Anadolu’ya geldikleri bilinmemektedir. Bazı tarihçilere göre on ikinci asırda Maveraünnehr veya Azerbaycan’dan Doğu Anadolu’ya gelip, Urfa, Mardin ve Bayburt bölgelerine yerleştiler. Akkoyunluların soyu, Oğuz Hana kadar uzanmaktadır. Eski Oğuzların Bayındır boyunun bir oymağı oldukları da söylenmektedir. Bundan dolayı da Akkoyunlu Hanedanı “Bayındır” veya “Bayındırıyye”




Akkoyunlular Türk boylarından biri. İran ve
Doğu Anadolu’da devlet kurmuşlardır. Akkoyunluların ne zaman ve hangi yolla Anadolu’ya geldikleri bilinmemektedir. Bazı tarihçilere göre on ikinci asırda Maveraünnehr veya Azerbaycan’dan Doğu Anadolu’ya gelip,
Urfa,
Mardin ve
Bayburt bölgelerine yerleştiler. Akkoyunluların soyu,

Oğuz Hana kadar uzanmaktadır. Eski Oğuzların Bayındır boyunun bir oymağı oldukları da söylenmektedir. Bundan dolayı da Akkoyunlu Hanedanı “Bayındır” veya “Bayındırıyye” adları ile anılır. Bayraklarında koyun ambleminin olması, Karakoyunlular gibi, bunların da
Orta Asya’da mühim roller oynayan Kon (Koyun) ilinden geldikleri ihtimalini kuvvetlendirmektedir.

Akkoyunlular, hanedanlığının asıl kurucusu olarak görülen Tur Ali Bey zamanında tarih sahnesine çıktılar. Moğollar arasında başgösteren saltanat kavgasının, devletin siyasi kudretini yok etme durumuna getirmesinden faydalanan Türkmen beylerinden Tur Ali Bey, Anadolu, Irak ve Suriye hududlarına akınlarda bulundu. Tur Ali Bey zamanında Akkoyunlulara bu beyin şöhretinden dolayı Tur Alililer de denildi. Tur Ali Bey, müttefik Türkmen beyleri ile Trabzon’a akınlar düzenledi. Bu akınları durdurmak isteyen Trabzon hükümdarı üçüncü Alexios, kız kardeşi Maria Despina’yı Ali Beyin oğlu Kutluğ Beye vererek, Akkoyunlular ile akrabalık kurdu. Bu suretle Akkoyunlu akınlarından imparatorluğunu koruyabildi.

Anadolu’da Moğol hakimiyetinin kalkmasından sonra Sotay, Çoban ve Celayir hanedanları nüfuz mücadelesine başladılar. Bu mücadele sırasında Akkoyunlular, Musul ve Diyarbakır taraflarında hakimiyet kuran Sotayoğullarının hizmetine girdiler. Bu hanedanın zayıflamasından sonra Artukoğulları ile işbirliği yaparak bölgedeki bazı kale ve şehirleri zapt ettiler. 1362’de Ali Beyin ölümü ile başa geçen Kutlu Bey zamanında Akkoyunlu oymağı gitgide kuvvetlendi. Türkmen boy ve aşiretlerinin katılmasıyla Horasan, Fırat, Kafkas Dağlarından Umman Denizine kadar uzanan büyük bir devlet haline geldiler.

Kutlu Bey, Erzincan emiri Mutahharten’i Eratnaoğullarının saldırılarından korudu. Fakat araları bozulunca Mutahharten, Akkoyunluların devamlı mücadele içinde bulundukları Karakoyunlular ile birleşerek, Akkoyunluları mağlup etti. Bu mağlubiyet üzerine Kutlu Bey, Kadı Burhaneddin’e sığınmak mecburiyetinde kaldı.

1389’da Fahreddin Kutlu Beyin ölümünden sonra Akkoyunlu tahtına Ahmed Bey geçti. Ahmed Bey zamanında Erzincan emiri Mutahharten ile Akkoyunlular arasındaki mücadele devam etti. İki hükümdar arasında yapılan muharebede başlangıçta Mutahharten ağır bir yenilgi aldı ise de bir süre sonra Karakoyunlu Kara Mehmed Bey ile ittifak kurarak Akkoyunlulara tekrar saldırdı ve ağır bir yenilgiye uğrattı. Ahmed Bey, Kadı Burhaneddin’e sığındı. Ahmed Bey kısa zamanda tekrar eski gücüne ulaştı. Bir müddet sonra Akkoyunlu tahtını ele geçiren Kara Yülük Osman Bey ile Kadı Burhaneddin’in arası açıldı. Yapılan bir savaşta Osman Bey, Kadı Burhaneddin’i esir alarak öldürttü. Osman Bey, Kadı Burhaneddin hakimiyetindeki Sivas’ı zaptetmek istedi ise de şehir halkının Osmanlı sultanı Yıldırım Bayezid’den yardım istemesi sonucu şehzade Süleyman Çelebi’nin ordusuyla gelmesi üzerine muvaffak olamadı.

Anadolu’da istediği gibi bir beylik kuramayan Kara Yülük Osman Bey, Mısır meliki Berkuk’un hizmetine girdi. Ancak Melik’in ölümü ve Anadolu’da Memluklere ait bazı yerlerin Yıldırım Bayezid tarafından feth edilmesi üzerine Osman Bey, Timur Hana sığındı. Timurluların Anadolu’ya yaptığı seferlere katıldı. Ankara Savaşında Timur Hanın yanında yer aldı. Timur Han, Anadolu’dan çekilirken, Kara Osman Beye Diyarbakır ve havalisi bırakıldı. Bundan sonra Osman Bey, bütün gücüyle Akkoyunluları toplamaya çalıştı ve bunda muvaffak olarak 1403’te Akkoyunlu Devletini kurdu. Ömrü mücadele ile geçen Osman Bey, 1435’te Karakoyunlularla yaptığı savaşta iki oğlu ve bazı torunları ile birlikte öldürüldü.

Osman Beyden sonra başa geçen Ali Bey, kısa bir süre sonra tahtı Hamza Beye bırakmak mecburiyetinde kaldı. Uzun süre Karakoyunlularla uğraşan Hamza Beyin 1444’te ölümünden sonra Akkoyunlu Devletinde iktidar kavgaları başladı. Bu kavgaların neticesinde Uzun Hasan, Akkoyunlu tahtını ele geçirdi. Uzun Hasan’ın iktidara gelişinden sonra Akkoyunlular fevkalade önem kazandılar. Karakoyunlu hükümdarı Cihanşah, Maveraünnehr hükümdarı Ebu Said Miranşah ve Horasan Hükümdarı Hüseyin Baykara’yı yenerek topraklarını ele geçiren Uzun Hasan bu suretle Fırat havalisinden Maveraünnehr’e kadar uzanan büyük ve kuvvetli bir devlet kurmuş oldu. Bundan sonra kendine rakip olarak Osmanlıları gören Uzun Hasan, bu devletin düşmanları ile işbirliğine başladı. Bir taraftan batılılarla ve bilhassa Venediklilerle antlaşmalar yaparken, diğer taraftan Karamanoğullarını destekleme gayesiyle Osmanlı topraklarına akınlarda bulundu. Bu olaylar üzerine iki devlet arasında 1473’te yapılan Otlukbeli Muharebesinde Fatih Sultan Mehmed Hana mağlub olarak kaçtı. Bu mağlubiyet üzerine devletin merkezini Tebriz’e nakletti.

Uzun Hasan’ın ölümünden sonra iç karışıklıklar iyice alevlendi. Bu karışıklıklar, devletin yıkılmasına kadar devam etti. Uzun Hasan’ın torunları Elvend Mehmed Bey ve Murad Bey arasındaki taht kavgası ve herbirinin bir yerde hükümdarlıklarını ilan etmeleri, Akkoyunlu Devletinin parçalanmasını hızlandırdı. Doğuda kuvvetlenmeye başlayan Şah İsmail, sistemli olarak Akkoyunlulara hücum ederek, bu devletin 1508’de yıkılmasında en büyük amil oldu.

Akkoyunlu beyliğinin esas teşkilatı, kendinden önceki Türk ve İslam devletlerinin aynıdır. Devlet, hanedan üyelerinin ortak mülkü sayılırdı. Hanedana mensub şehzadelerden biri diğerlerinin başı olur ve ona “Ulu Bey” veya “Han” denirdi. Diğer şehzadeler ona bağlı olarak ülkenin herhangi bir yerinde geniş selahiyetlere sahib olarak hüküm sürerlerdi. Hükümdar ölünce vasiyyet edilen şehzade başa geçerdi. Belirli bir veraset usulünün olmaması, devleti her zaman karışıklığa götürebiliyordu.

Akkoyunluların devlet teşkilatı, Selçuklu ve İlhanlılar taklit edilerek teşkil edilmişti. En yüksek idari mercii “Büyük divan” idi. Büyük divana, Sahib-i Divan başkanlık ederdi. Divanda ayrıca “Sahib” adını taşıyan vezirler ile büyük divana bağlı her biri bir bakanlık düzeyindeki divanları cezai ve askeri işlere bakan adl ve arz veya arizi divanlarının nazırları, kazasker ve pervaneci bulunurdu. Şehzadeler ve büyük boyların beyleri de bu divanın üyesiydiler. Bu beylerin en büyüğü hükümdarın katılmadığı seferlere “Emir-i a’zam” ismiyle kumanda ederdi. Büyük beylerin herbiri bir şehzadeye “Atabek” olurdu.

Uzun Hasan zamanına kadar, Akkoyunlu ordusu, hükümdarın maiyyet kuvvetiyle diğer boy beylerinin kuvvetlerinden ibaret olup, atlı idi. Uzun Hasan Osmanlı Devleti’nin teşkilatını taklid ederek, yeni bir ordu kurdu. Ordu, Hassa Nökerleri ismiyle 30.000 kişilik bir kuvvetten kurulmuştu. Orduda bu hassa kısmından başka, azaplar, dirlik sipahileri, çeriler (Türkmen kuvvetleri), deveci, yamacı, ra’d endaz gibi gruplar da vardı. Hassa askerleri devamlı ve aylıklı idi. Diğer gruplar ise harp zamanı orduya katılırlardı. Akkoyunluların bayrağı beyaz renkteydi.

Devamlı mücadeleler yüzünden Akkoyunlularda medeniyet ve kültür bakımından kayda değer bir ilerleme görülmedi. Bununla birlikte, Tebriz’de Uzun Hasan Camii, Mardin’de Kasım, Hamza ve Cihangir mirzaların yaptırdığı zaviye, mescid ve medreseleri ile Bayındır Beyin Ahlat’ta yaptırdığı medrese, cami ve hamam Akkoyunlulardan günümüze intikal eden belli başlı eserlerdir.

Akoyunlu Hükümdarları
Hükümdarlar----------------Tahta Çıkışı----------------Ölümü veya Hal’i

Tur Ali Bey----------------(?)----------------1362

Fahreddin Kutlu----------------(?)----------------1389

Ahmet Bey----------------(?)----------------(?)

Kara Yülük Osman----------------1403----------------1435

Sultan Hamza----------------1435----------------1444

Sultan Cihangir----------------1444----------------1453

Uzun Hasan----------------1453----------------1478

Sultan Halil----------------1478----------------1478

Sultan Yakub----------------1478----------------1490

Sultan Baysungur----------------1490----------------1493

Sultan Rüstem----------------1493----------------1497

Ahmed Gövde----------------1497----------------1497

Sultan Murad----------------1497----------------1498

Elvend Mehmed Bey----------------1498----------------1498

Muhammed Mirza----------------1498----------------1502

Sultan Murad (tekrar)----------------1502----------------1508


AKKOYUNLULAR ll

Akkoyunlu-Karakoyunlu Mücadeleleri Sonucunda İran Ve Azerbaycan'a Göç Eden Türkmen Aşiretleri
Hasan AKYOL

Anadolu’nun doğusunda, birbirlerine rakip olarak yaşayan bu iki güç, XIV. yüzyılda bütün Yakın Doğu’da meydana gelen anarşi, yani Tevaif-i mülûk devrinde faaliyetlere geçmişler, her tarafa akınlar ve garetler yaparak ve aynı zamanda birbirleri ile mücadele ederek, Doğu Anadolu’nun savaş alanı halini almasına neden olmuşlardır.

Akkoyunlu ve Karakoyunlular’ın Anadolu’ya gelişleri ve bu coğrafyada faaliyet göstermeleri şüphesiz Anadolu’nun Türkleşmesi için mühim hadiselerden biridir. Ancak Anadolu’ya gelişlerinden Karakoyunlular’ın yıkılışına kadar süren bu iki devlet arasındaki mücadeleler, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesini bir savaş alanına döndürmüş, bu devletlerin gerek hâkimiyet anlayışlarından dolayı, gerekse bölgede istikrarın sağlanamamış olmasından dolayı bölgeden İran ve Azerbaycan’a göçler olmuş, bunun sonucunda da Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki Türk nüfusu azalmıştır. Biz burada Akkoyunlu ve Karakoyunlu devletlerinin hâkimiyet anlayışlarının Türkmenler üzerindeki etkilerini ve bu iki devletin mücadeleleri neticesinde Anadolu’dan İran ve Azerbaycan’a göçler üzerinde duracağız.



Akkoyunlular ve Karakoyunlular, esas olarak, Türk gelenekleri ve İslâmî ilkelerden oluşan Türk-İslam hanedanlarının hâkimiyet ve yönetim anlayışını takip etmişlerdir. İslâm öncesi Türklerde hâkimiyetin başlıca unsurları “Tanrı Kutu, yüce soy, ülüş (paylaşma) ve veliahdlık” idi. Geleneksel Türk hâkimiyet anlayışı, İslâmî dönemde bazı değişikliklere uğramıştır. İslâmiyet’te hâkimiyet, merkezde hilâfet ve taşrada halifenin tasvibini alma usulüne dayanmaktaydı. Buna göre İslâm dünyasının başında halife bulunur, mahallî hâkimiyetler onun velâyeti ile meşruiyet kazanırdı. İlk Türk-İslâm devletlerinden olan Karahanlılardan itibaren Türk hâkimiyet anlayışı, İslâmî telakkilerle uyuşturulmaya çalışılmış, bu eğilimi diğer Türk devletleri de devam ettirmişlerdir.



Moğol istilâsı 13. yüzyılda İslâm dünyasına yeni bir hâkimiyet anlayışı getirmiş; Moğol örf ve adetlerinden oluşan Cengiz Yasası (Yasa), başta Türkler olmak üzere, İslâm dünyasını etkisi altına almıştır. İlhanlı hükümdarı Ebu Said’in 1335’de ölümü üzerine Moğol tahakkümü Yakın Doğu’da yok olmaya yüz tutmuşsa da hâkimiyet ve hukuk gelenekleri etkilerini sürdürmüştür. Öte yandan İslâm halifesinin Memlük yönetimi elinde kukla durumuna gelmesi üzerine 15. yüzyıldan itibaren Türklerde eski Türk hâkimiyet geleneği canlanmıştır.



Akkoyunlular ve Karakoyunlular, Orta Asya Türk devlet geleneğinden etkilendikleri kadar, eski Orta Doğu hâkimiyet ve yönetim anlayışına da sahip bulunuyorlardı. Timurlular ile yakın münasebette bulunduklarından onlardan da etkilenmişlerdi. Timurlular zamanında yönetici hâlâ dünyaya bağlı olarak Tanrı’nın gölgesi olarak kabul ediliyordu ve yargılama ile cezalandırma kurallarının Tanrı’nın gölgesi olan bir hükümdarın varlığında sürdürüldüğü inanışı mevcut idi. Bunun yanında Akkoyunlular ve Karakoyunlular, hâkim oldukları bölgelerin konumu itibari ile Hint-İran geleneğinin tesirine de maruz kalmışlardı. Hükümdarın Tanrı’nın gölgesi olduğu anlayışını, Akkoyunlu Şehzadesi Sultan Halil’in yaptırdığı bir geçit töreninde, Sultan için dile getirilen bir duada da görmekteyiz. Bu duada Akkoyunlu hükümdarı bütün Müslümanlar’ın sultanı olarak görülmekte ve onun adaletinin sonsuz gölgesini sunması için sultana izin verilmesi dileğinde bulunulmaktadır.



Anadolu’nun doğusunda, birbirlerine rakip olarak yaşayan bu iki güç, XIV. yüzyılda bütün Yakın Doğu’da meydana gelen anarşi, yani Tevaif-i mülûk devrinde faaliyetlere geçmişler, her tarafa akınlar ve garetler yaparak ve aynı zamanda birbirleri ile mücadele ederek, Doğu Anadolu’nun savaş alanı halini almasına neden olmuşlardır.



Tahrip, yağma, emaret kavgası vb. yaklaşımı ile bu iki Türkmen topluluğunun birbirlerini kıyasıya kırıp dökmeleri ve azılı düşman olmaları büyük talihsizliktir. Ancak iki devletin hükümdarları da hâkimiyet anlayışlarının gereği olarak kendilerini cihanın yegâne gücü olarak görmüş ve yekdiğerini alt edip kendi hâkimiyetini kabul ettirmek istemiştir. Bundan dolayı da Akkoyunlu ve Karakoyunlu devletleri arasındaki mücadeleler Anadolu’ya gelişlerinden itibaren sürüp gitmiştir. Bu iki devlet, birbirlerine her fırsatta zarar vermiş, birbirlerinin şehirlerini yağmalamış, birbirlerinin vatandaşlarını öldürmüşler ve birbirlerinin arazilerine girerek tarlalardaki mahsullerine zararlar vermişlerdir. Bu iki devletin arasındaki düşmanlığın boyutlarını şu iki olay açıkça ortaya koymaktadır: 1435 yılında yendiği Osman Bey’i mezarından çıkartıp kafasını kesip Mısır Sultanı’na gönderen Karakoyunlu İskender Bey’e karşılık, Uzun Hasan, 1467 yılında İskender’in kardeşi Cihanşah’ın kafasını kesip Timur oğullarından Ebû Said’e göndermişti.



Sonuç olarak diyebiliriz ki; Akkoyunlular ve Karakoyunlular’ın, hâkimiyet anlayışlarından dolayı, yaptıkları bu mücadelelerin sonucunda, Doğu ve Güney Doğu Anadolu’daki Türk nüfusu büyük zarar görmüştür.



XIII. yüzyılın ilk çeyreğinde vuku’ bulan Moğol istilası, Mâveraünnehir ve İran’ın muhtelif yerlerinde bulunan kalabalık nüfuslu Türk kütlelerinin Anadolu’ya gelmelerine sebep olmuştur. Moğollar’ın İran’da yerleşerek Selçuklu Devleti’ni tabiiyetleri altına almaları üzerine Anadolu’nun doğu taraflarında yaşayan Türkmenler’in pek mühim bir kısmı Suriye’ye giderek Memlük himayesine sığınmış ve mühim bir kısmı da Anadolu’nun batısındaki uç bölgelerine göç etmişlerdi. Orta Anadolu’daki geniş bozkırda yaşayan göçebe, yarı göçebe ve hatta yerleşik Türkler de Moğol işgal kuvvetlerinin bu bölgeye gelmeleri üzerine batıdaki Denizli – Kütahya arasındaki uç havalisi ile kuzey ve güneydeki sarp ve arızalı mıntıkalara çekilmişlerdi. Bu muhaceret XV. Asrın başlarında yine aynı ülkeden bambaşka istikamette gelişti. Bu göç hareketinin akışı, Anadolu’nun bir Türk memleketi halini alması neticesini veren muhaceretin tam aksine olarak doğu istikametinde yani İran’a doğru idi. Bu göç kapısı, Van Gölü kıyısındaki Erciş merkez olmak üzere Erzurum – Musul arasındaki sahanın hâkimi olan Karakoyunlular tarafından açılmıştı. Karakoyunlular, Doğu Anadolu ve Güney Doğu Anadolu’daki Türkmen boylarının mühim kısmını hâkimiyetleri altına almışlardı. Karakoyunlu hükümdarları hâkimiyet anlayışlarına paralel olarak ülkelerinin sınırlarını genişletmek için seferler düzenlemişlerdi. Karakoyunluların güçlendikleri devirlerde, bilhassa Kara Yusuf döneminde batıdaki devletler (Osmanlılar ve Memlükler) güçlü ve merkezî olduğundan batı istikametinde ülkesini genişletmesi imkânsızdı. Bundan dolayı Karakoyunlular, ülkelerinin sınırlarını doğuya doğru genişletmeye çalışmışlardır. Gerçekten daha XIV. yüzyılın sonlarında İran’ın bazı hudut mıntıkalarını ele geçirmiş olan Karakoyunlular, XV. yüzyılın başlarında zamanın en büyük savaşçılarından birisi olan reisleri Kara Yusuf sayesinde, Timurî mirzalarını birbiri arkasından mağlup ederek bütün batı İran’ı ve bunu müteakiben de Irak’ı zapt ettiler. Kara Yusuf’un oğlu ve ikinci halefi Cihanşah zamanında yeni başarılar kazanan Karakoyunlu Türkmenleri, İran’ın Horasan hariç diğer yerlerini de ele geçirdiler. İşte bu büyük siyasî hâdise neticesinde, asıl Karakoyunlu kabilesini meydana getiren oymakların büyük çoğunluğu da İran’a gitmişlerdi. Bu suretle İran’a ilk göç Doğu Anadolu’nun sınır bölgelerinden başlamış oluyordu. İran’a olan bu güçle birlikte İran’daki Türk iskânını Doğu ve Güney Doğu Anadolu Bölgelerinde yaşayan Türk oymakları besliyordu.



Karakoyunluların kardeşleri ve aynı zamanda amansız rakipleri olan Akkoyunlular, XIV. yüzyılın ikinci yarısında Diyarbakır bölgesinde oturuyorlardı. XV. yüzyılın başından itibaren siyasî faaliyetlerini artıran Akkoyunlular, aynı yüzyılın ortasında Karadeniz dağlarından, Suriye çöllerine kadar olmak üzere Doğu Anadolu’nun en büyük kısmına sahip oldular. Akkoyunlular, Suriye Türkmenlerinden ve Maraş bölgesindeki Dulkadirli ulusundan aldıkları her gün ziyadeleşen takviyelerle yerli hâkimlerin önemli bir kısmını ortadan kaldırarak ve geri kalanları da kendilerine ayrılmaz bir suretle bağlayarak Doğu Anadolu’nun ne kendilerinden önce ne de kendilerinden sonraki devletlerden hiç birinin nüfuz edemediği yerlere girmişler ve oralara Türk aşiretlerini yerleştirmişlerdir. Onlar zamanında Doğu Anadolu’nun en güzel yöreleri Türk kabileleri tarafından fethedilmiş, şehir ve köylerdeki Türk unsuru kuvvetlenmiş ve buralardaki yerli ahali de süratle Türkleşmeye başlamıştı. Bununla ilgili olarak, gerek Akkoyunlular, gerek Karakoyunlular, itaat altına alınmış bir kavmin Türkleşmesi hususunda Türklerin eskiden beri kullandıkları bir usulü geniş bir surette uygulamışlardır. Bu usule bağlı olarak Karakoyunlular, tabiiyetleri altına aldıkları Kürt aşiretlerinden 50.000 çadırlık bir il vücuda getirmişlerdi ki, zamanla mühim bir bölümü Türkleşen bu ile Kara Ulus adı verilmişti. Akkoyunlular da itaat altına aldıkları Kürt aşiretlerinden her birini bir Türk kabilesinin maiyetine vermişlerdir. Başlarında reisleri bulunmaması usulden olan bu Kürt aşiretleri maiyetlerine verildikleri Türk teşekküllerinin ayrılmaz bir bölümü idiler. Bu gün Doğu Anadolu’nun en ücra köşelerinde ve halkı Türkçe konuşmayan mıntıkalarındaki Türkçe yer adlarının çoğu Akkoyunlular zamanında ortaya çıkmıştır. Bu bilgilerden Doğu Anadolu’nun Türkleşmesi tarihinde Akkoyunluların ne kadar önemli bir rol oynamış oldukları anlaşılıyor. Ancak beklenmedik bir hâdise, Doğu Anadolu’daki Türkleşme hareketinin yalnız kat’î neticelere ulaşmasına engel olmakla kalmamış, Türk nüfusunun oldukça zayıf bir duruma düşmesine de sebep olmuştur. Gerçekten de Uzun Hasan’ın 1467 yılında Karakoyunlu hükümdarı Cihanşah’ı mağlup etmesi, Karakoyunlu ülkesini tamamen Akkoyunlular’a açmıştı. Bu zafer üzerine Uzun Hasan Bey, başkentini Diyarbakır’dan Tebriz’e taşımış ve Akkoyunlu ulusunun büyük bir kısmını da bir daha geri dönmemek üzere İran’a götürmüştür. Evvelâ Karakoyunlular’ın ardından da Akkoyunlular’ın merkezlerini İran’a nakletmeleri, İran’daki Türk nüfûsunun artmasını sağlarken; Anadolu’daki Türk nüfûsunun azalmasına ve zayıflamasına sebep olmuştur.



Türkiye’den İran ve Azerbaycan’a Karakoyunlu ve Akkoyunlular’dan sonra üçüncü ve önemli bir göç hareketi daha olmuştur. Bu harekete sebep olacak Safevî hanedanının büyümesi ve güçlenmesini sağlayacak olan sebep de Akkoyunlu – Karakoyunlu mücadeleleridir. Şeyh Cüneyd, Anadolu’ya gelmiş ve kendine mürid toplamıştır. (Şeyh Cüneyd’in Şiîliği Anadolu’yu ziyareti esnasında öğrenmiş olduğunu savunan görüşler de vardır.) Akkoyunlu ve Karakoyunlu mücadelelerinden faydalanarak Akkoyunlular ile akrabalık kurmuş ve bu suretle konar – göçer Türkmen oymakları arasında Şiiliği yaymak ve kendisine taraftar toplamak için uygun fırsatı bulmuştur. 1500 yılında Akkoyunlu şehzadelerinin taht için birbirleriyle acımasızca boğuşmalarını bulunmaz bir fırsat bilen Şeyh Cüneyd’in torunu Şah İsmail, saklandığı Geylan’dan Anadolu’ya gelerek propagandalar yoluyla çevresine birçok mürid toplamış ve Akkoyunlu Devleti’ne son vermiştir. Böylece Şah İsmail, XVI. Yüzyılda Anadolu’dan İran’a yeni bir göç hareketini başlatmıştır. Safevî Devleti’ni kuran güç Anadolulu Kızılbaş Türkler olduğu gibi, Safevî Devleti, kurulduktan sonra da, uzun bir müddet – bilhassa insan gücü bakımından – Anadolu’dan beslenmiştir.



İran’a giden Kızılbaş Türkler, İran’ın siyasî hayatında mühim roller oynamışlardır. Bu aşiretlerden yalnız siyasî şahsiyetler çıkmakla kalmamış, Safevî Devleti’nin Hasan Bey Rumlu, İskender Bey-i Türkmen, Sakıkî-i Avşar gibi en maruf tarihçi ve edebiyatçıları da yetişmiştir.



Karakoyunlularla başlayıp gittikçe ziyadeleşen ve XVII. yüzyıla kadar devam eden göçler özellikle, Doğu Anadolu’daki Türk nüfusunun zayıflamasına sebep olmuştur. Esasen Osmanlı fetihleri neticesinde Kuzey Afrika gibi imparatorluğun en uzak yerlerine kadar Anadolu’dan Türk nüfusu gittiği bir sırada aynı miktarda bir nüfusun da yine Anadolu’dan İran’a gitmesi Türk halkının kuvvet ve kudretinin sarsılmasında önemli bir etken olmuştur. Bu göçler, Anadolu Türklüğü için olumsuz sonuçlar taşımasına rağmen İran ve Azerbaycan’ın Türkleşmesinde önemli roller oynamıştır.



AKKOYUNLU–KARAKOYUNLU MÜCADELELERİ SONUCUNDA DOĞU VE GÜNEY DOĞU ANADOLU’DAN GÖÇ EDEN TÜRKMEN AŞİRETLERİ



Akkoyunlu ve Karakoyunlu Devletleri hâkimiyet sahasını İran, Irak ve Azerbaycan yönünde genişletince Akkoyunlu ve Karakoyunlu Devletleri’ni oluşturan boylar da bunlarla birlikte bu bölgelere göç etmişlerdir. Biz şimdi Akkoyunlu ve Karakoyunlu Devleti’ni oluşturan aşiretlerden İran, Azerbaycan ve Irak’a göç eden aşiretler hakkında bilgi vereceğiz:



Akkoyunlu ve Karakoyunlu oymakları idareci bir rol oynamak suretiyle kabilevî mahiyetini kaybetmiştir. Akkoyunlu oymağı günümüzde Azerbaycan’da; Karakoyunlu oymağı ise Hoy ve Erivan’da yaşamaktadırlar.



Ahmedlu

Ahmed Bey Ahmedlu, 1457 yılından 1469 yılında ölümüne kadar gerek Doğu Anadolu, gerekse İran’da Uzun Hasan’ın ateşli bir destekçisiydi. Ne var ki Ahmed Bey, bu aşiretten, kaynaklarda adı geçen tek reistir. 17. yüzyılda, Safevî yönetimi altında, Ahmedlu aşireti, Karabağ’a yerleşti. Günümüzde dahi İran Azerbaycanı’nda adlarını taşıyan kimi köylere rastlanır.



Ağaçeri

Karakoyunlular’a bağlı Ağaçeriler, Maraş bölgesinde yaşamaktaydılar. Karakoyunlular’ın yıkılmasıyla bazı Ağaçeri boyları, Uzun Hasan’a katıldılar. Bugün İran’da Kuh-gilûye’de varlıklarını devam ettiren Ağaçerilerin Karakoyunlular’a bağlı Ağaçerilerin ahfadı olmaları kuvvetle muhtemeldir.



Alpağut

Karakoyunlular’ın en önemli konfedere aşiretlerinden olan Alpavutlar, Aras vadisi ortaları (Çukur-u Sa’d) , Irak-ı Arap ve İran Kürdistanı’nda yerleşmişlerdi. 1467’den sonra yavaş yavaş Akkoyunlu konfederasyonuna geçtiler. Ve Akkoyunlular’ın siyasî hayatlarında önemli roller oynadılar. Alpağutlar, Kuzey Azerbaycan, Şirvan ve Karabağ yörelerine göç etmişlerdir. Alpağutlara bağlı bir kol da Osmanlı hâkimiyetine girmiş ve tımar sistemine dahil olmuşlardı.



Avşar

XV. yüzyıl başlarında, Avşarların büyük bir bölümü, Memlük Devleti’nin hâkimiyeti altındaki Kuzey Suriye’de bulunmakta idi. Bunlar 1407’de Akkoyunlu Kara Yülük Osman Bey’e katıldılar. Ancak bir müddet sonra yeniden Kuzey Suriye’deki eski yurtlarına döndüler. Bununla birlikte Kutbeğlü Avşarı gibi bazı gruplar Kara Yülük Osman Bey’in yanında kalmaya devam etti. Akkoyunlu siyasî faaliyetlerinde mühim roller oynayan Avşarlar, Akkoyunlu Devletinde devam eden iç mücadelelerde rol oynadıkları gibi, Uzun Hasan Bey’in Fatih’le yaptığı savaşta da bulunmuşlardır. Uzun Hasan’ın ölümünden sonra da taht kavgalarına karışmışlar ve Yakup Bey’i desteklemişlerdir. Akkoyunlular’ı yıkılmasıyla da Avşarların bir bölümü Safevi Devleti içerisinde yer almıştır. Safevi hizmetindeki Avşarların büyük bir bölümünün, Kûh Gîluye ve Huzistan bölgesinde bulunan Avşarlardan oldukları ortaya konulmuştur. Bunlar, Safevî Devleti’nde önemli memuriyetlere kadar yükselmişlerdir.



Avşarlar bugün Azerbaycan ve bilhassa Urmiye yöresinde oturmakta olup Kasımlu ve Araşlu adları ile iki kola ayrılırlar. Avşarlar bundan başka; Hamse’de Kızıl Özen kıyılarından Sultaniye ve Sayın Kale’ye kadar uzanan Zencan toprağında, Kazvin çevresi, başlıca Çal ve Huar yörelerinde, Hemedan çevresinde, Rey bölgesinde, Huzistan’daki Şuşter yakınında, Kirman’da, Horasan’da, Fars’da, Mâzenderan’da dağınık halde yaşamaktadırlar.



Baharlu

Karakoyunlular’ın ikinci derecede önemli kabilesiydi. Karakoyunlu kabilesi ile doğrudan akrabaydılar. Hemedân bölgesinde yurt tutmuş olan Baharlu kabilesi, Akkoyunlu hâkimiyetinden sonra doğuya göç etmiştir. Baharlu kabilesi bugün Azerbaycan’da yaşamaktadır. Baharlu oymağının bir bölümü bugün Kazvin’in batısındaki Hamse vilâyetinde yaşamaktadırlar. Baharlu kabilesinin bir bölümü de Fars bölgesinde yaşamaktadır.



Bayat

Kuzey Suriye’de bulunan ve Memlük ordusundaki Türkmenler arasında da yer alan Bayatlar, Memlük emirlerinden Çekem’in isyanı sırasında ondan çekindikleri için İnallular ile birlikte Akkoyunlu Devleti’ne sığınmışlar, nadir de olsa bu devletin siyasî faaliyetlerine katılmışlardı. Akkoyunlu Devleti’nin yıkılmasıyla birlikte Safevî Devleti’nin idaresi altına girmişlerdir. Bayatllar’dan Anadolu dışına göç edenler bu gün Azerbaycan, Tahran, Şiraz ve Nişabur’da yaşamaktadırlar.



Bayramlu

Karakoyunlu Kara Yusuf’un komutanlarından Bayram Bey’den gelen Bayramlu Aşireti, Karakoyunlular’ın yıkılmasından sonra Akkoyunlu konfederasyonuna katıldı (1467). Uzun Hasan Dönemindeki bütün savaşlarda Bayramlu aşiretini Hasan Bey’in yanında görmekteyiz. Uzun Hasan’dan sonraki taht kavgalarında da etkin roller oynamışlardır. Hoy civarında yaşayan Bayramlu aşireti hakkındaki bilgiler Akkoyunlular’ın yıkılmasıyla son bulur.



Beğdili

Beğdili, bilindiği gibi, Oğuz boylarından biri ve Halep Türkmenlerinin en mühim kollarındandır. Beğdili aşiretinin bir şubesi Akkoyunlu Devletinin siyasî faaliyetlerine iştirak etmiştir. Beğdillerin bu kısmı Akkoyunlu Devletinden sonra Safevîlere bağlanmıştır. Beğdili aşiretinden bir kısmına günümüzde Azerbaycan, Sâve ve Kum bölgelerinde rastlanmaktadır.



Çakırlu

Kara Yusuf’un Timurîlerle çatışmasında ilk destekçilerinden Bistam Bey Çakırlu, genelkurmay başkanlığı ve Erdebil, Kızılağaç ve Doğu Azerbaycan’ın Mugan bölgesinin denetimiyle ödüllendirildi. Karakoyunluların yıkılmasından sonra Çakırluların büyük bir bölümü, Uzun Hasan’a boyun eğince ilk mülklerini ellerinde tutmalarına izin verildi. Akkoyunluların büyük fetihlerine katılıp, Osmanlılara karşı da savaştılar. Uzun Hasan Bey’den sonra ülke içerisindeki taht kavgalarına karıştılar. Doğu Azerbaycan’ın denetimini Safevî fetihlerine kadar ellerinde tutabildiler. XVII. yüzyılda egemen oldukları Şakki ve Şirvan’daki varlıklarını günümüze kadar sürdürmüşlerdir.



Döğer

Akkoyunlu – Karakoyunlu mücadelelerinde Karakoyunluların yanında yer alarak etkin bir rol oynamışlardır. Döğerler, Karakoyunlular yanında görülmelerine karşın hem Akkoyunlularla hem de Karakoyunlularla münasebette bulunmuşlar ancak iki devlet ile de tam bir dostluk içinde olmamışlardır. Safevi Devleti’nin kurulmasından sonra bu devletin hizmetine girerek Türkmen Oymak içinde yer almışlardır.



Duharlu

Başlangıçta, Akkoyunlularla bağlaşık olan Bayburt ve Erzurum Duharluları, Kara Yusuf’un 1410 yılında bu bölgeleri ele geçirmesiyle Karakoyunlulara katıldılar. Bu oymak Akkoyunlu – Karakoyunlu mücadelelerinde etkin bir rol oynamıştır. 1457 yılında Bayburt Duharluları, Bayburt kalesini savaşmaksızın Uzun Hasan’a teslim ettiler. 1467’den sonra aşiret konfederasyonuna tam üye olarak katıldılar. Safevilerin Akkoyunluları yıkmasından ve Osmanlıların Doğu Anadolu’yu ele geçirmelerinin ardından Duharlu aşireti, kendi topraklarında, Osmanlı Tımar sistemi içinde yaşamını sürdürmüştür.



Hacılu

Hacılu aşireti Karakoyunluları oluşturan boylardan birisidir. Cihanşah’ın 1467’de ölümünden sonra, Uzun Hasan’a boyun eğmişler ve Irak-ı Arap’ta ellerinde tuttukları kaleleri böylelikle yitirmemişlerdir. Hacılu kabilesi, Kerkük – Erbil bölgesinde yurt tutmuşlardır.



Karamanlu

XV. yüzyılın başlarından beri Gence ve Berda taraflarında yaşadığını gördüğümüz Karamanlular, ilk önce Karakoyunlu aşiretleri arasında yer almış, daha sonra da Akkoyunlulara tâbi oldular ise de diğer oymaklara nazaran muhtar bir idareye sahip idiler. Fakat siyasî bakımdan gittikçe önemlerini kaybettiler. Karamanluların bir bölümü de Safevi Devleti’ni meydana getiren oymaklar arasında yer almakta idi. Bunlar, Safevilerin Özbeklerle yaptıkları savaşlarda yer aldıkları gibi Gürcistan ve Şamahı üzerine yapılan seferlere de katılmışlardır. Karamanlulara Şaki ve Şirvan’da rastlandığı gibi Karamanlu aşiretinin büyük bir bölümüne Orta Anadolu’da rastlanmaktadır.



Koca Hacılu

Akkoyunlu Devleti’ni meydana getiren mühim aşiretlerden biri olan Koca Hacılu, Kara Yülük Osman Bey zamanında (1402-1435) bu devletin hizmetine girmiş ve Akkoyunlu hükümdarlarının itimat ettiği bir konuma yükselmişti. Akkoyunlu-Karakoyunlu mücadelelerinde adına sıkça tesadüf edilen bu aşiret, Uzun Hasan Bey’in Mardin’e taarruzu sırasında da, Uzun Hasan Bey tarafından Urfa’nın savunması için bırakılmıştı. Uzun Hasan Bey’in Karakoyunlu Cihanşah’a gönderdiği elçilik heyeti arasında Koca Hacılu cemaatinden Ali Bey adlı bir bey de bulunuyordu. Sultan Halil zamanında (1478) ise Elvend Mirza’nın maiyetinde yine bu aşiretten bir kol tespit edilmektedir.



Sultan Halil’in devrilişinden sonra Koca Hacılu aşiretine kaynaklarda bir daha rastlanmaz. Bu cemaatin de Akkoyunlular’ın yıkılmasıyla Safevî Devleti’nin hâkimiyetine girdiği bilinmektedir.



Musullu

Akkoyunlu Devleti’ni oluşturan üç büyük aşiretten bir olan Musullu, Akkoyunlu ordusunun sol kanadının reis aşireti idi. Musullular, Akkoyunlu şehzadeleri arasında vukubulan taht kavgalarına da katılmışlar, ilkinde Hamza ve Şeyh Hasan’a 1451’den sonra ise Uzun Hasan Bey’e destek vermişlerdir. Uzun Hasan Bey zamanında Musullu Sûfi Halil Bey’in yıldızı parlamış, Timurlu Ebu Said’in ordusunun mağlup edilmesinden sonra başkumandanlık rütbesi ve Şiraz valiliğine kadar yükselmiştir. Sûfi Halil, Sultan Yakup zamanında da onun büyük oğlu Baysungur’un atabeyliğini yapmıştır.



Safevîlerin, Akkoyunlu ülkesini yer yer ele geçirdiği sırada Diyarbakır şehrinin idaresi Musullu Emir Bey’de bulunuyordu. Emir Bey, şehri Şah İsmail’e teslim etmiş ve maiyetinde bulunanlarla birlikte ona katılmıştır. Bu sırada Emir Bey’in kardeşi Kayıtmış Bey, Şah İsmail’e muhalefet ettiyse de öldürülmüştür.



Musullu Emir Han’a Safevî Devleti’nde yararlı faaliyetlerinden dolayı Şah İsmail tarafından Kayın eyaletinin idaresi verildi. Özbeklere karşı girişilen mücadelelerde başarılı olması üzerine Horasan beylerbeyliğine yükseltildi. Bu vazifesi esnasında şehzade Tahmasb’ın da lalalığını yaptı. Daha sonra da Azerbaycan beylerbeyliğine getirildi.



Musullu aşiretinin büyük bir bölümünün İran’a göç etmesinin yanında bir bölümü de Osmanlı Devleti’nin hizmetine girmiştir.



Sa’dlu

Bu oymak Karakoyunlu Ulusu’nun en büyük boylarından biri olup, yurtları eskidenberi Nahçivan ve Erivan’ın güneyindeki Sa’d Çukuru (Çukur Sa’d) idi. Esasen Sa’d Çukuru’nun da bu oymağın ad aldığı bey ile ilgili olduğu anlaşılıyor. Karakoyunlu Devleti’nin yıkılmasından sonra, diğer Karakoyunlu oymakları gibi Akkoyunlular’ın hizmetine giren Sa’dlu oymağı daha sonra Safevîlerin oymakları arasına dahil olmuşlardır. bu devirde de oymağın yurdu yine Çukur Sa’d’da idi. Günümüzde bu oymağın bir bölümü İran’da Halhal yöresinde yaşamaktadır.



Pürnek

Akkoyunlu Devleti’ni meydana getiren büyük aşiretlerden biri olan Pürnekler, Kara Yülük Osman Bey’den itibaren bu devletin hizmetinde görülmektedirler. Bu sırada Pürneklerin başında bulunan Kûh Ahmed Bey, Kara Yülük Osman Bey’in de damadıydı. Bayındır yönetici hanesinden kız alıp veren tek boy Pürneklerdi. Kara Yülük Osman Bey, Sultan Hamza ve Uzun Hasan Beylerin Karakoyunlular’la giriştikleri bir çok savaşta Pürnek beylerinden Şah Ali, Şeyh Hasan, Bayezid, Dânâ Bey, Süleyman, Pir Mehmed gibi kişiler aktif rol almışlardı. Pürnekler, Akkoyunlular’ın bütün siyasi faaliyetlerinde bulunmuşlardır. Kısacası Pürnekler Akkoyunlu Devleti’nin siyasî hayatında mühim roller oynamışlardır. Pürneklerin Akkoyunlu Devleti içerisindeki hizmetleri, onları devlet idaresinde de önemli bir mevkie getirmişti. Fars eyaleti 1501 yılına kadar Pürnekli Mansur Bey’in oğlu Kasım Bey; Irak-ı Arap’ı da Şah Ali Bey ve oğlu Barik Bey tarafından yönetildi.



Barik Bey, Safevîlerin Akkoyunlu ülkesini ele geçirmeye başladığı esnada Bağdat valiliği görevini yürütüyordu. Şah İsmail’in gazabından çekinen Elvend Mirza Bağdat’a sığınmak isteyince Barik Bey ona muhalefet etti. Bunun üzerine Diyarbakır’a çekilen Elvend Mirza bir müddet sonra Şah İsmail tarafından mağlup edildi. Akkoyunlu hükümdarlarından Murad Han da Barik Bey’den yüz bulamayınca Mısır’a kaçtı. Barik Bey, bunlarla yetinmeyerek Şah İsmail’e itaatini bildirdiği gibi bağlılık nişanesi olarak da kızıl başlık kuşandı. Ancak, Şah İsmail’in Bağdat’a girmekte ısrarlı olduğunu anlayınca Halep’e kaçtı. Şah İsmail bütün Purnakların kılıçtan geçirilmesini emretti. Şah İsmail’in Bağdat’taki Purnakları kılıçtan geçirtmesinden sonra bu aşiret, İran siyaset sahnesinden yıllarca kayboldu.



Pürnek aşiretinin bir bölümü Safevî Devleti’nin hizmetindeki “Türkmen Oymak” içinde uzun süre faaliyet gösterdiler. 1603 yılında Safevîlerin Osmanlı Devleti’nin elinde bulunan Revan kalesine saldırdığı esnada Safevî ordusunun içinde Pürnekler de bulunuyordu. Pürnek beyleri XVI. yüzyıl sonlarına doğru yüksek devlet memuriyetlerini ele geçirdiler. Mesela Şah Kulu Han, Meşhed Hâkimliği ve Horasan’ın yarısının beylerbeyliğine, Pir Budak oğlu Şahbende Han da Azerbaycan beylerbeyliğine kadar yükselmişti.



Akkoyunlu ve Karakoyunlu aşiretlerinden bazıları da Osmanlı Devleti’nin hizmetine girmişlerdi. Bu aşiretlerin Osmanlı idaresinde sâkin bir hayat sürmeye başlamaları derhal dikkati çekmektedir. Çünkü özellikle Uzun Hasan Bey ve sonraki Akkoyunlu padişahlarının merkezîleşme çabalarına şiddetle muhalefet eden aşiret beylerinin, Osmanlı merkezî yapılanması içinde yer bulamadıkları gibi kendilerine tahsis edilen dirliklerde geçimlerini temin etmeye çalışmaları gerçekten ilginçtir. Çünkü aynı aşiretlerden Safevî Devleti’nin hizmetine girenler ise tıpkı Akkoyunlu ve Karakoyunlu Devletlerinde olduğu gibi konar – göçer yaşamaya devam etmişlerdir. Bu husus merkezî devlet ile aşiret aristokrasisine dayalı devletin işleyişi bakımından kayda değer bir örnek oluşturmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder